“Freud psikanalitik kliniğe özgü durumları tanımlarken, hem psikanalizdeki diğer akımların takip etmekte olduğu, hem de bizim düşüncemizin yani Jacques Lacan’ın düşüncesinin dahil olduğu psikiyatrik sınıflamayı temel almıştır: ‘Bugün kullandığımız kategoriler klasik psikiyatriden gelmektedir: nevroz, sapkınlık ve psikoz, sonuncusu iki temel tipe ayrılır, şizofreni ve paranoya. Bu kategorilerin her birine psikanaliz öncesi tarihten bir isim denk gelir. Paranoya için Kraepelin, şizofreni için Bleuler, sapkınlık için Krafft-Ebing ve nevroz için Charcot.’ Ayrıca buraya nevrozun iki büyük klinik tipi olan histeri ve obsesyonel nevrozu da ekleyebiliriz, psikoza ise üçüncü bir psikoz tipi, manik depresif psikozun kökeni olan ve Freud’un Emil Kraepelin’den aldığı melankoliyi eklemeliyiz.”
Antonio Quinet, Şehrin Deli Efendileri (Çev. Ceren Korulsan)
Psikanalizin şizofreni, paranoya, melankoli ve manik depresif psikoza yaklaşımı hep büyük bir merak konusudur. Bunlar sadece psikiyatriye ve ilaç tedavisine mi aitlerdir? Psikanaliz şizofren ya da manik depresif bir özne hakkında ne söyler? Bütün bu durumların psikanalitik bir yaklaşımla ele alınması mümkün müdür? Yaklaşık on yıldır biz psikozu anlattıkça klinisyenlerin zihinlerinde ve yaklaşımlarında mütevazı değişiklikler oluşmaya başladı. En azından durumun göründüğünden daha karmaşık olabileceği ve güncel psikiyatrinin ve onun ilaçlı tedavisinin bütün dertlere deva olmadığı yönünde kanaat parıltıları oluştu kimi klinisyenlerde. Psikoza olası bir psikanalitik tedavi yaklaşımının nasıl olabileceğini yaklaşık kırk yıldır bu konular üzerine çalışan, bu özneleri bizzat kendi klinik pratiğinin içinde gören birinden duymak, Antonio Quinet’den bahsediyoruz, ve ona akıllardaki soruları sormak için sizleri 11-12 Ocak 2020’de düzenlenecek olan Antonio Quinet Konferansı’na bekliyoruz. Lacancı psikanalizin bu konulardaki canlılığını ve güncelliğini görmek Türkiye’de klinik pratiğini sürdüren klinisyenler için çok önemli, çünkü hal böyle olmayınca çoğu olgu duyulmaz, görülmez hale gelebiliyor. Bizi sevindiren bir husus daha var: Her geçen gün daha fazla sayıda genç psikiyatrist ve psikolog bu konulara ilgi duymaya başlıyor, kitapları okuyorlar, onlara anlatılandan daha fazlasını talep ediyorlar. Lacancı psikanalistlerin kendi klinik pratiklerinde yaşadıkları güçlüklere nasıl yaklaştığını, onlardan neler öğrenebileceklerini merak ediyorlar. Bu durum bizim açımızdan çok mutluluk verici. Lacancı psikanalizin sadece bir “düşünce akımı”, “entelektüel saçmalıklar” ya da bir “felsefe” olmadığını gördüklerinde ve bunu kendi öznel deneyimlerinin içine alçakgönüllü bir şekilde dahil ettiklerinde Lacan’a, onun öğretisine ve onun öğrencilerinin söylediklerine ilişkin kulakları her zamankinden daha fazla açılıyor. İçinde bulunduğumuz klinik alanın durağanlığını, yeknesaklığını, klinik olarak tıkandığı noktaları görme, anlama ve aşma konusunda bu toplantının meslektaşlarıma küçük bile olsa bir ivme vereceğine inanıyorum. Sizleri toplantımıza davet ediyorum.
Saygılarımla,
Özgür Öğütcen
Psikanaliz Araştırmaları Derneği Başkanı
Bir Cevap Yazın